29 Aralık 2010 Çarşamba

Bizce, Hayatı Doldur Nedir?


Merhaba  Hayatı Doldur Gençlik Kulübü üyeleri;
Yazımın okunabilirliğini açısından çok uzatmamam gerektiğini düşünüyorum. Hayatı Doldur’la tanışalı 2 yıl oldu hayatımı ne kadar doldurabildim, biraz bundan bahsedeyim.
Meşhur, her üyenin çok iyi bildiği, Tribünü Doldur aktivitesiyle tanıdım Hayatı Doldur’u. İlk maçımda bana bir otobüsün sorumluluğu verildi. İşte üniversite hayatımı değiştiren de, o otobüstü. Maça gidenler iyi bilir, geldiğin şehirden İstanbul’a kadar o otobüs uyumaz, uyutulmaz. Sürekli bir coşku halinde insanlar gaza gelmiştir. Hatta üniversiteler arası bir rekabet olduğu görülmüştür. İstanbul’a ulaşım yollarında bu aktiviteyle bir çok insanla iletişim kurmuş oldum. ‘Hayatı Doldur ne yaptı?’ sorusuna cevap; sosyal ortamımızı genişletmiş oldu. Hepimizin de bildiği gibi üniversitede sosyal ortam yoksa, orada okumanın da tadı yoktur. Sonrasında; insanların ‘maça ne zaman gidiyoruz?’ sorularıyla karşılaşmaya başladım. Bu sorular sorulur iken Junior BA olmak çok başkaydı. Artık ekibin içindeydim. Daha sonrada Mini MBA eğitimi, Rock and Dark Yarışması, Efes Blues Fest gibi etkinlikleri içeren kültürel faaliyetler ile dolu dolu 2 yıl, neler katmaz ki bir üniversite öğrencisine? Bunları başka bir yerde görebileceğimi, bu kadar rahat ulaşabileceğimi sanmam ve bu kadar aktiviteyi okulun bünyesinde yapmak gerçekten zor.
‘Hayatı Doldur nedir?’ sorusuna verebilecek en güzel cevap: ‘Seni tribüne götüren, sosyal sorumluluk bilincini geliştiren, müzik zevkini doyasıya tattıran, sınırsız eğlendiren, sanatı ayağına getiren, sanatla tanıştıran, kariyer yapmanda sana yol gösteren ve yardımcı olan, kısaca sosyo-kültürel değerlerini yüksek düzeyde tutan bir gençlik kulübüdür.  Zaten içinde yaşadığımız zamanda bunlar olmadan, insan ne kadar var olabilir? Hayatı doldur’a çok teşekkür ediyorum, bünyesinde olduğum ve bu aktiviteleri sağladıkları için...
Hayatı Doldur - Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi  Master Marka Temsilcisi
Eren UYSAL

27 Aralık 2010 Pazartesi

Hayatı Doldur size ne kadar yakın?


Hayatı Dolduruyoruz…

Hayatı Doldur' dan bir arkadaşım sayesinde (kendisi de çocukluk arkadaşım olmakla beraber İstanbul Üniversitesi Marka Elçilerinden biri olur) haberdar oldum. Ayrıntıları aynı arkadaşımdan alır almaz doğruca internet sitesine hücum ettim. Günlük hayatımızda, katıldığımız çoğu etkinlikte katkıları olduğunu görünce ilgim daha da arttı. Hemen okulumdaki marka elçilerinin kim olduğuna baktım. Malesef hiçbirini tanımıyordum. Ama yine de bir heves mail attım ayrıntılı bilgiyi bir kez de okulumdaki marka elçilerinden almak için. Gelen açıklayıcı ve yaptıkları etkinliklerle özendirici mail'i "kendileri ile etkinliklerde yer almak dileklerimle" yanıtladım…
Birkaç ay sonra ekibin içinde yer alacağımı tahmin edemiyordum o zamanlar…
Tüm bu Hayatı Doldur ile tanışma hikayemi anlatma sebebim, belki de sizlere şu an uzak gibi görünebilecek bir topluluk olan Hayatı Doldur'un aslında sizlere ne kadar yakın olduğu. Üniversitelerimizdeki "çoğu" öğrenci topluluğunda olduğu gibi sadece birbirleriyle yakın arkadaş olan insanlardan oluşmak yerine, hemen sizi nasıl sarabileceğinin bir örneğidir bu. Üstelik sadece samimi olmamız ile değil, katıldığımız etkinliklerle de o kadar hayatın içindeyiz ki…
Efes Pilsen Blues Fest gibi büyük bir festivalden, spor müsabakalarına, partilerden sosyal sorumluluk etkinliklerine çok geniş bir etkinlik yelpazesine sahip Hayatı Doldur. Kısacası sosyal hayatınızda bulunabileceğiniz her yerde bir Hayatı Doldur logosu, o da olmadı bir Hayatı Doldur üyesi görebilirsiniz. Üstelik tüm bu etkinliklere okulunuzdaki marka elçileri aracılığı ile ya da Hayatı Doldur'un internet sitesinden (http://www.hayatidoldur.com)'dan davetiyeler kazanmanız da pek mümkün…
Biz gençliğin hayatını dolduruyoruz...
Hayatı Doldur - ODTÜ Marka Elçisi
Diren Kocakuşak

23 Aralık 2010 Perşembe

Bir Hayatı Doldur Gençlik Kulübü Hikayesi…


 Bir varmış bir yokmuş…

Yeşili, mavisi bol, içinde her rengi barındıran güzel mi güzel bir şehir varmış… Bu şehirde on yüz bin tane insan varmış, bunların çoğunluğunu gençler oluşturuyormuş… Bu gençler hayatın ne kadar kısa olduğunu ve de çok çabuk geçtiğini biliyorlarmış… Bir grup genç oturup günlerce düşünmüşler… Ne yapmalı da şu sıradan hayatlarımızı biraz olsun neşelendirip güzel şeylerle doldurabilsek ve böylelikle de gelecekte ardımıza baktığımızda dopdolu geçirdiğimiz günleri görsek diye düşünüyorlarmış… Haftalar sonra içlerinden biri
“Bulduummm!!” diye haykırmış….
Diğer arkadaşları ilgiyle ona bakmışlar…
Ve hevesle anlatmaya koyulmuş bizim dahi:

 “Bir kulüp kuracağız arkadaşlar… Bu kulüp öyle bir kulüp olacak ki; içinde ‘müzik’le hayatımızın ezgisini bulacağız. ‘Spor’la hayatın dinamizminin merkezinde olacağız. ‘Kültür sanat’la değerlerin farkındalığını göreceğiz. ‘Eğlence’yle hep beraber çeşitli kollarda eğlenip, amaçlarımızdan biri olan geleceğimizin temellerini atacağımız ‘kariyer’ girişimlerinde de bulunabileceğiz tabi bunların hepsini yaparken sosyal sorumluluklarımızı da yerine getirip hepimiz dayanışma ve beraberlik içinde olacağız… Ne dersiniz?”

 Hepsi birden sevinç nidaları atarak bizim dahiye koşturup sarıldılar.
Ve hemen bu kulübü kurmak için hazırlıklara başladılar…
Kulüplerinin adı: HAYATI DOLDUR GENÇLİK KULÜBÜ olacaktı… Ülkenin en yeşil yerinden en sarı yerine kadar tüm renkten gençleri kendi şehirlerinde bir araya topladılar ve bu şahane kulübü onlara da anlattılar… Herkes bu fikri çok sevdi… Onlar da diğer arkadaşlarına anlattılar… Bu şekilde tüm şehir bu kulübü öğrendi ve gençlerin hayatları artık sıradanlıktan kurtuldu… Tüm gençlerin hayatı artık rengarenk ve dopdoluydu… Ve sonsuza kadar dopdolu yaşamak üzere hala tüm renklere Hayatı Doldur Gençlik Kulübünü anlatıp yeni dostlar ile yollarına dopdolu devam ediyorlar…


İşte Hayatı Doldur Gençlik Kulübünün hikayesi böyle… Siz de bizimle renklenmek ve yeni dostlukları dopdolu hayatlarla inşa etmek ister misiniz?

Kasabamıza bekliyoruz: www.hayatidoldur.com

Hayatı Doldur - Anadolu Üniversitesi Master Marka Elçisi
Ezgi Mutaf

21 Aralık 2010 Salı

Hayata ritm dolduranlar...


   Herkesin kendini geliştirmek istediği bir sosyal aktivite, spor dalı veya bir ilgi alanı olmasına rağmen lisede fırsat veya vakit bulunamadığı bahane edilip, üniversiteye ertelenir. Aslında birçoğumuz başlamaya cesaret edemeyiz ya da cesaret edip sonunu getiremeyiz. İşte benim cesaret edemediğim ama içten içe arzuladığım aktivite salon danslarıydı. Lisede başlayan bu ilgim dans yarışmaları, dünya şampiyonaları ve dans konulu filmleri (Step-up, Dance With Me vb.) izledikçe daha da artıyordu.
   Üniversitede kulüp tanıtımları haftasında dans kulübünün afişlerini görmemle daha da fazla heyecanlandım. ÖSS dönemi bastırdığım duygularım açığa çıkmıştı. Sınıf arkadaşlarımın da gaza getirmesiyle kulübe kaydolduk ve dans eğitimine başladık. En çok öğrenmek istediğim dans ‘tango’ydu, fakat öğretmenlerimiz tangoyu diğer danslarda uzmanlaşırsak daha rahat öğrenebileceğimizi söyledi ve cha-cha, rumba, salsa ve jive danslarını öğrenmeye başladık. Gün geçtikçe perşembeleri iple çekmeye başladım. Başlarda çok ağır ve hantal olmamız, birçok zaman hatalarımızı görüp kahkahalara boğulmamızı sağlıyordu. Öğretmenlerimizin de teşvikiyle cumartesileri Kalamış’ta salsa ve cha-cha konseptli gecelere katılmaya başladık. Profesyonel dansçıları canlı canlı seyrettikçe ilgimiz daha da arttı. Biz de bir gün böyle dans edebilecek miyiz acaba diyerek birbirimize bakakaldık.
   Üniversitede başlayan dans serüvenim, dışarda başladığım kursla devam etti. Artık Salsa ve Cha Cha danslarına hakim olduğumdan tangoya başlama kararı almıştım. Burada biraz teknik bilgi vereyim;  salon dansları ‘internasyonel’ ve ‘arjantin’ olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ben daha yaygın ve eğlenceli olduğu için internasyonel dansları seçtim. Arjantin danslar daha keskin fakat dakika içinde daha az bar*a sahip salsa ve cha cha genelde dakikada 30 ile 40 arası bar içerir. Jiveda ise sınır sizsiniz J 70-80 barlık müzikler bile mevcuttur.
   Genel olarak salon dansları, hem sosyal ortamını genişletip hem de eğlenmek isteyenler için birebir. Zamanını eğlenceli bir şekilde geçirip hayatını doldurmak isteyenlere kesinlikle öneriyorum!
*Bar, müzikte 2 ritim arasında yapılan hareketlere deniyor.

Hayatı Doldur - YTÜ - Master Marka Elçisi
Tunç Kaptanoğlu

19 Aralık 2010 Pazar

Sosyal Medya Ödülleri - Etkili Sosyal Medya Kullanımıyla Genç Kesime Yönelik En İyi Kampanyaları Yapan Kurum

http://hayatidoldur.tumblr.com
Hayata “Bilişim” Katmak..
“Hayatı Doldur” umuz ile başkalarının hayatları çeşitli şekillerde doldururken kendi hayatımızı doldurmayı da ihmal etmiyoruz tabii ki. İTÜ İşletme Mühendisliği Kulübü olarak bu yıl 10-11 Aralık tarihleri arasında 3.sünü düzenlediğimiz Bilişim Teknolojileri Zirvesi organizasyon komitesinde yer aldım. Geçen yıl da katıldığım ve komitede yer almaktan büyük zevk aldığım bu organizasyonla hayatıma biraz da “Bilişim” kattım.
Peki, neler yaptık bu organizasyonda? Bilişim sektörüne geniş bir bakış açısıyla yaklaştık ve sosyal medyanın da yer aldığı bilişimle iç içe birçok panel düzenledik. İlk gün speed-networking ve coffee time gibi yeni etkinlikler gerçekleştirdik. 2. gün sonunda ise bu yıl öğrenci kulüpleri arasında bir ilki gerçekleştirerek “Sosyal Medya Ödülleri” ne imza attık. Hatta ve hatta bu başarılı organizasyonumuzda "Etkili Sosyal Medya Kullanımıyla Genç Kesime Yönelik En İyi Kampanyaları Yapan Kurum” dalında “Hayatı Doldur” umuz da ödül aldı.
İçinde bulunduğum bir başka organizasyonda başarısını göstererek ödül alan ve beni gururlandıran “Hayatı Doldur” un, bu başarıyı elde etmesinde emeği geçen tüm marka elçilerine teşekkür ederim.
Hayatı(mızı) doldurmaya tam gazla devam ediyoruuuz. 
Hayatı Doldur - İTÜ Maçka - Master Marka Elçisi 
Zehra Nur Karadalga

17 Aralık 2010 Cuma

Hayatlarını yüksek rakımlarda dolduranlar...


Öyle bir rüyadır ki dağlar, yaşamadan göremezsin…

Dağcılık nedir? Dağcılık, dağlarda yürüyüş ve kamp kurmanın yanı sıra teknik malzeme kullanarak tırmanma sporunu da kapsayan bir doğa sporudur.
18-19. yüzyılda Avrupalı (İngiliz ve Fransızlar başta olmak üzere) zenginlerin boş zamanlarını değerlendirmek için ve hayatlarının rutin akışını yeni maceralarla süsleme arayışı neticesinde bir spor sayılmaya başlanan dağcılık, 20.yüzyılın başında diğer ulusların da ilgisini çekmeyi başarmıştır. Dağcılık her yaşta insanın yapabileceği bir spordur, yeter ki dağlara sevdalı olun yeter bu size.

Dağcılık insanın hayatını nasıl doldurur ve neler katar insana? 
Dağcılık yapan insanlar belli bir zamandan sonra bunu yaşam biçimleri ve felsefesi olarak benimsemeye başlarlar ve artık dağcılık onların hayatlarının bir parçası değil, yaşam tarzı olur.
Dağcılık insana hayatının belki en eğlenceli günlerini yaşatır. Bazen insana, düşünmesine yardımcı olacak en sesiz yeri sağlar dağlar. Bir kayanın üstünde oturup manzaraya karşı kahvenizi yudumlarken sadece rüzgarın sesini duyarsınız.
Dağcılık insanlara zor zamanlarda doğru kararları almayı öğretir.
Dağcılık en zor şartlarda, en gergin, en yorgun ve uykusuz anlarda insanlara karşı nasıl davranacağını ve öğretir.
En önemlisi dağcılık insana en iyi arkadaşlarını kazandırır öyle arkadaşlar kazanırsın ki yeri gelince canınızı aynı ipe bağlayıp birlikte yürürsün zamanı gelince tek lokma ekmeğini paylaşırsın arkadaşınla.

Dağcılık yapacak olan kişilere tavsiyeler, iyi bir dağcı olmak istiyorsanız eğer en önemli detay eğitimlerinizi en iyi şekilde almanızdır. Doğa bazen acımasız olabiliyor size karşı. Eğer eğitimlerinizi tamamladıysanız ve zor zamanlarda doğru kararlar verebiliyorsanız, dağcılık normal yürümekten bile daha az tehlikeli olan bir aktiviteye dönüşür. Ancak her zaman yüksek adrenalin ve heyecanı devam eder. Dağcılık yapamam diyorsanız, bir kere bir dağın zirvesine çıkın ve oradan dünyayı seyredin, emin olun o gün hayatınızın en unutulmaz günü ve sizi dağcılığa aşık edecek gündür.
Sorena Azarnow
Ege Üniversitesi - Hayatı Doldur Marka Elçisi



14 Haziran 2010 Pazartesi

Celal Bayar Marka Elçimiz, İsmet Aslanbey Euroleague 2010 - Final Four'u Paris'te izleme fırsatını nasıl yakaladığnı ve neler hissettiğini günlüğümüzle paylaştı. 

  


‘Hayatı Doldur’… Çok iddialı gelmişti bu sözcük ve sorguladıkça, bir anda işin içine çekilmiş buldum kendimi. İlk Euroleague maçına gittiğimde de anlamaya başlamıştım. Zaman geçtikçe, alışkanlık olmaya başladı. Birçok proje duyuyordum. Altında hep aynı iki sözcük: ‘Hayatı Doldur’. Derken, ’Tribünün Sesi Yarışması’ başladı. Projeye katılmak, heyecan vermeye yetmişti. Nihayet büyük ödül açıklandı; kazanan Paris’e Euroleague-Final Four 2010’u tribünlerden izlemeye gidecekti. Durmadan çalışmaya, beste yapmaya başladık. Bu arada, hayatı dolduranların arasındaydım artık bende. Hayatı Doldur Junior Marka Elçisi olmuştum. Artık daha fazla video çekme gayreti içindeydim.

Oylama süreci başladığında, videolar yüklendikçe, zaman daraldıkça, ben de daralmaya başladım. Tarifsiz bir heyecanla geçen yarışma süresi nihayet dolduğunda, sonuçları beklemeye başladım. Ertesi gün vizelerim olmasına rağmen sınavlarımın stresini çoktan unutmuştum. Sadece bir telefon bekliyor ve keşke kazanan ben olsam diyordum. Nihayet beklediğim telefon geldi. Açtığımda ‘’Tebrikler‘’ diyordu bir ses. Her gördüğüm arkadaşıma, “Gidiyorum, Paris’e, Euroleague Final Four 2010’a gidiyorum” diyordum. Sıkı bir basketbolsever olarak Euroleague Final Four 2010’da hangi takımların olduğunu zaten biliyordum. Efes Pilsen Spor Kulübü’nün bu sene finalde olamaması da içimi burkuyordu. Takımımı delice orada destekleme bana çok daha büyük heyecan verirdi.


Artık hazırlıklarımız tamamlanmıştı. Bir an önce gelsin büyük gün diyordum. Ve o gün... İzmir’den yola çıkarak İstanbul’da Atatürk Havaalanı’na indim. Bu sırada benim gibi Paris heyecanı yaşayan diğer arkadaşımla tanıştım. Paris’te uçaktan indiğimde artık başka bir ülkedeydim. Otele yerleşir yerleşmez kendimizi dışarı attık. Her şey mükemmel düşünülmüştü. Özel olarak hazırlanmış bir ekip ile günler geçirmeye başladım. Boş zamanlarımız vardı ve Paris sokaklarında dolaşmaya başladık diğer arkadaşımla. Her şeyi keşfetmek istiyordum. Akşamına Bercy Arena’da Barcelona – CSKA Moscow maçı, gülen taraf ise Barcelona, Final Four’un ilk finalisti oluyordu. Barcelona seyircisi dev bir orkestra havası ile zaferi kutluyordu. Maçın arasında Hayatı Doldur Gençlik Kulübü, VIP’de bulunma fırsatını sunuyordu bize. Partizan – Olympiacos maçında ise Yunanistan ekibi adını bir üst tura taşıyordu.



8 Mayıs 2010 olduğunda otelin kapısında otobüs şehir turu için bizi bekliyordu. Kartpostallardaki Eiffel Kulesi artık karşımdaydı. Paris’in büyüsü sarmıştı ruhumuzu ve her taşın altına bakmak istiyordum. Şanzelize, Moulen Rouje, Lido, Republiq, Bastille şehirde gördüğüm en harika yerlerdi. Her binada tarihin kokusu vardı.

9 Mayıs 2010’da Final Maçı günü gelmişti ve otobüsümüz yine bizi otelimizden aldı. Derken yine Bercy Arena... Stadın önünde taraftarlar arasında ses bastırma yarışması vardı. Partizan susuyor, CSKA başlıyor, Barcelona’nın sesiyse herkesi susturuyordu. İlk maç Partizan-CSKA. Uzatmaya giden maçta gülen taraf CSKA oluyor, 3’üncülüğe yerleşiyordu. Partizan taraftarı ise takımına sahip çıkmaya, tam destek vermeye devam ediyordu ve büyük bir alkışı da hak ediyorlardı. Finaldeydi sıra… Barcelona – Olympiacos maçında tam kadro maçta olan Puyol, Pique,  Xavi, Messi… Barcelona kupanın sahibi oluyordu. Çılgınca kutlamalarını izlemek kalıyordu bize.

Ve son gün otelden erkenden ayrılmamız gerekiyordu. İzlanda’da patlayan yanardağ haberleri geldikçe, “Belki birkaç gün daha gidemeyiz” diyorduk. Bu rüyadan uyanmak istemiyordum. Ancak dönüp hayatı doldurmaya devam etmek gerekiyordu. Rüya gibi dört gün geçirmemi sağlayan, hayatıma güzel anılar dolduran Hayatı Doldur aileme, yanımda olan tüm dostlarıma çok teşekkür ediyorum. Yeni projelerde hayatları doldurmaya devam…
İSMET ASLANBEY
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ

31 Mayıs 2010 Pazartesi

İçinde Binbir Hayatı Yaşatan Değer "TİYATRO"

'Ve oynayın, izleyin' temelli bilge yaklaşımımdır şu su gibi akan satırlar...

Hayatı Doldur'un bireysel etkinlik kapsamında sunduğu fırsattan istifade ederek kişisel gelişimine katkı sağlamak isteyen Bilgesu Gelbal ile Tiyatro dair...

“Ne zaman başladım, nasıl başladım, kimin sayesinde başladım , yoksa içimde hep var mıydı , çevreden mi etkilendim , yoka bi gösteriden mi” bunlar benim düşünüp de bulamadığım sorular. İçine girip yaşamaya başlayınca nerden yakaladığınızın pek bir önemi kalmıyor aslında.

Bahsettiğimiz tümüyle “tiyatro”.

Kollarınızı bi kere açarsanız o sahneye, sahne tozunu bi yutarsanız vazgeçilmeziniz olur denir ya, neden böyledir? Dans dersi alabilirsiniz, istediğiniz zaman vazgeçersiniz. Film izlemeden geçen haftalarınız olabilir. Takım oyunu arayışına girebilirsiniz bireysellikten kurtulup ama basketbol oynamak size göre olmayabilir. Sürekli aynı arkadaşlarınızla, aynı cafe de buluşmak bir süre sonra sıkıcı gelebilir. Durun durun bir dakika! Arkadaşlarınız ayrı! Kendi başınıza içerde dışarıda birileriyle yaptığınız aktiviteler eğlencesini daim tutmaz.

İç dinamiğimiz sürekli değişir çünkü.

Motive olduğumuz şeyler değişkendir.

Öyle bir olay olmalı ki yenilenmeli , aynı arkadaşlarla daha da güzel hale gelmeli hatta.

Fikir paylaşımı sonsuz olmalı.

Ama bunun için sizi besleyen kaynak da hayal gücünün derinliği katar; bu derinlik uçsuz olmalı.

Durun bu parametreler bana bir şeyi işaret etti. Tiyatro.

Sahne arkası , sahnedeyken, provalar , kulis… Her anının dinamik olduğu yoğun bir emek gerektiren esaslı bi süreç. Öyle kısaca yedi harfli gözüküp, şişman sesleriyle sevecendir sanmayın.

Büyüktür aldığınız zevk sahnedeyken

Peki ya öncesi. Gelin bu sürecin can çekiştiren kısımlarını da atlamadan yepyeni bir oyunu , yeni doğan bir çocuk sevinciyle gözleri dolan insanların hikayesini de katarak anlatalım.

İyi temelli bir oyun deyince önce ekip dayanışması, oyunculuk yetenekleri ve sorumluluklar gelir desem de, maddeleştirmenin en anlamsız olduğu yer sanat değerlendirmesi esasta. Çünkü sanat özneldir. Herkesin kendi beğenileri kendi başarı kriterleri mevcuttur. Yolun başında biri olarak kendi adıma söylemeliyim o yüzden. “Temeli sağlam bir bina sağlıklı yükselir” gibi en basit metaforu kullanarak ben de bu benzetmeyi uygun buluyorum burada. İyi olmalı ki temel yükselecek, hayat bulacak bir oyun.

Özüne daha iyi yaklaşırsınız araştırdıkça, bilgi sahibi oldukça. Tüm ekibin yapıcı , birbirini iyi dinleyen ve tabii ki kesinlikle bir arada olmaktan büyük keyif alan insanlardan oluşması çok önemli.

İyi bir ekibe sahip olursanız işleriniz daha da kolaylaşır, ben her zaman kendimden daha coşkulu birilerini bulunca acaba ondan neler öğrenebilirim diye çok gözlem yaparım. Büyürüm bu süreçte, olgunlaşırım. Her defasında yeniden akıllanır aklım, yenilenir fikirlerim.

Kaliteli insanlarla kaliteli işler yapılır.

Attığınız her adımda ekibinize duyduğunuz güvenin oluşması çok önemli. Ekip uyumu bu şekilde sağlanıyor zaten.

İşe alım süreçlerinde dahi aranan takım ruhunu en iyi öğrenebileceğiniz yer futbol sahasıdır, bir oyun çıkarma sürecidir bence.

Arkadaşlarımıza güvendik, bilgilerimizi arttırma yolundayız ve ortaya bir şeyler çıkarabilecek tatlı kıvamdayız. Yoğrulmaya açığız. Biri bizi yönetmeli.

Tiyatro basit yapılı bir ağ zinciri değildir aslında birbirine dokunduğu yerler çok keskin olan merkezden dışa yönelimli bir ağ zinciridir.

İşletmede Mit Tanrılarının sembol olarak kullanıldığı rol modellemeler vardır. İşte tiyatro da bu organizasyon modellemelerini güzel örnekler.Zeus modelidir , merkezde yönetmen vardır ve işleyişi sağlar . Apollo modelidir roller bellidir, yapılması gereken sorumluluklar bellidir. Yaratıcılık gerektirir A’dan Z’ye Athena modelidir. Varoluşçu yapıdadır kendi kökeni kendidir.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Yapılmayanı, fark edilmeyeni, değerlendirilmeyeni ortaya çıkartmak bizlerin görevi olmalı…

Çanakkale 18Mart Üniversitesi Marka Elçimiz Alper Vuralin "Rafa Kitap Hayata Hayat" Sosyal Sorumluluk projesi için çalışmaları sırasında çalışma yöntemi ve hissettiklerini günlüğümüze yazdı.

Bir Gece Oturmuş Televizyonunuzun başında çekirdek çıtlıyorsunuz aniden mail adresinizde gelen bir yeni ileti sesi ile irkilip” Yine mi? Siz” diye sitemde bulunacakken kendinizi kaptırdığınız sosyal bir projenin uçsuz bucaksız serüveni içersinde buluyorsunuz kendinizi…Sizlere Sosyal Sorumluluk Projesi olarak; Hayatı Doldur Gençlik Kulübü ve Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi Öğrenci Konseyi olarak düzenlemiş olduğumuz Elazığ depreminde hasar gören köy okulu için gerçekleştirdiğimiz “Rafa Kitap Hayata Hayat Katmak İçin Haydi ÇOMÜ el ele” sloganıyla gece gündüz demeden saat ayırt etmeden çalıştığımız kitap kampanyasının çıkış noktası ve ilk duyduğumuz anda bizlerde uyandırmış olduğu islerden bahsetmek istiyorum.

İlk başta baktığınızda bizim Marka Elçileri olarak bu olayla ne alakamız var diye düşünebilirsiniz sizde… Oysa ki biraz düşündüğünüzde bizim işimizin bu olduğunu sizde kolaylıkla anlayacaksınız. Yapılmayanı, fark edilmeyeni, değerlendirilmeyeni ortaya çıkartmak bizlerin görevi olmalı… Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi’ndesiniz.

Her gün birçok topluluk Çanakkale ve yakın ilçe köyleri için kitap ve kırtasiye yardımı için kampanya gerçekleştiriyorlar. Hem Öğrenciler hem Çanakkale halkı her gün karşılaştığı bu kampanyalardan artık sıkılmış durumda. Ama siz farkı yaratarak heyecan dolu bir yeni başlangıç yaratmak için oradasınız. Ve bu bilinç ile koyuluyorsunuz işe.

İlk adım Öğrenci Konseyi’nin tüm ilçelerde bulunan temsilcileri aracılığı ile Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi’nin tüm sınıf bölümlerine bu organizasyonu duyurmak. Daha sonra Şehrin en ücra köşeleri dahi boş kalmamak üzere kampanyanın görsellerini afişleme çalışmalarını gerçekleştirmek. Tabi bu olayın asıl kırılma noktası yakın zamanda yaşanan ve sonucunda birçok kişiyi kaybettiğimiz Elazığ Depremi İçin bu kampanyanın gerçekleştirildiğini, depremde ailelerini evlerini okullarını kaybeden Geleceklerimiz için verilecek her kitabın konulacak her kalemin farklı anlam ve değerler ifade ettiğini insanlara aktarabilmek.

Düşünün ki her konuştuğunuz arkadaşınıza; "Hayal Et Elazığ’dasın. Yanında bir çocuk Depremde annesini kaybetmiş. Okulu hasar görmüş. Koliden çıkardığın bir hikaye kitabını ona uzatıyorsun ve yüzündeki tarif edilemez heyecan, Hayalin gerçek olsun istemez misin” diye soruyorsun ve 1 ay sonunda 750 kitap ile kampanyayı tamamlıyorsun. İşte bizim hikayemiz bu…

15 Nisan 2010 Perşembe

Rafları Bestelerle Dolduran Elçilerimiz...


BOŞ RAFLARI DOLDUR!

Hayatı Doldur tüm üyeleriyle Türkiye çapında bir Sosyal Sorumluluk Projesine imza atıyor

hayatidoldur.com sitesinin Marka Elçilerinden ilinizdeki elçiye ulaşıp paylaşmak istediğiniz kitapları verebilir, boş kitaplıkları doldurabilirsiniz.

İhtiyacı olan okullar belirlenerek paylaştırılacak olan kitaplarınızın yaşadığınız ülkede size daha kültürlü bir genç nesil ile geri döneceğini unutmayın...

7 Nisan 2010 Çarşamba

"Geleceğim, yine geleceğim merak etme canım benim"

Çok anlamlı bir hafta sonu organizasyonunda güler yüzleri, enerjileri ve sevgileri ile Hayatı Doldur Ailesinin, geleceğin hayatlarına da dokunabilen, küçük hayatlara umut doldurabilen kocaman yürekli bir aile olduğunu gösteren tüm ailemiz adına Kübra Kayıkçı, Eyüp Çocuk Yuvası ziyaretinde hissetiklerini bizimle paylaştı.
 

Aslında bir itirafta bulunmam gerek. Ben pek çocuklara bakamam. Çocukların sahip olduğu özgürlük haklarını, istediklerini söyleme haklarını ve istediklerini yapma haklarını hep kıskanmışımdır. Sabah AKM’ nin önünden yola çıktığımızda endişeliydim. Daha önce böyle bir ziyaret yapmamıştım ve gerçekten biraz korkuyordum.


 Eyüp Çocuk Esirgeme Yurdu’nun kapısından içeri girdiğimizde ortada toplanmış ve bizi bekleyen bir sürü çocuk vardı. Biz durduk karşılarında, onlar bizim karşımızda. Sonra bizi seçtiler. Evet birer ikişer yanıma geldiler. Ve o garip çekim ile bütün gün bizimle birlikte olacak çocuklar bizi buldu. Benim yanıma ilk Sevnur geldi. Adın ne abla senin dedi? Kübra diyince, Kübraaaaa!! diye bağırdı ortalığa.  Yurttan çıkarken bir elimde Kübra bir elimde Sevnur…


 Arabada ortalarına oturttular en başta. Elimi bırakmadan. Sonra başladılar şarkı söylemeye. Birde bana vuruyorlar, “abla hadiii sen de söyle” diye. Eğlene eğlene geldik Cevahir’e. Tiyatroya giderken ilk başta aslında akıllarında tek bir şey vardı. Biran önce Atlantis’e gidip korku tüneline binmek.


 Tiyatro’da o kadar ince ayrıntıları fark ediyorlardı ki, öyle akıllılardı ki bu 11 ve 12 yaşındaki çocuklar, şaşırdım kaldım.  Bütün tiyatro boyunca ellerimi bırakmadılar. Şöyle bir baktım ikisine de. Ben bu çocuklardan mı korkmuştum. Dünyanın en sevimli çocukları oturuyordu yanımda, en akıllıları, en sevgi dolu çocukları. Alkışlamak istiyor Kübra oyunu, ama elimi de bırakmıyor:D  Oyun bitiyor, Sevnur dönüp bana “ sen çok tatlı bir ablaymışsın” diyor. İçimden diyorum ki “şu yaşıma kadar duyduğum en sıcak cümle bu sanırım”


 Tiyatro maceramız bittikten sonra güzel güzel yemekler yedik onlarla. Ah o ne kalabalık o nasıl komik bir topluluk öyle. Şöyle bir baktım etrafıma herkes mi mutlu olur 40 kişilik toplulukta?!


 Yemeğimizi yedikten sonra bütün gün bekledikleri, sorup durdukları o eğlenceye geldi sıra. Sevnur çırpınıyor elimde, bazen bırakacak oluyor elimi, "Sevnurcuuum!" diyorum, elimi uzatıyorum, tutuveriyor hemen. Onun istediği bir şeyi yapıyorum boynuma atlıyor öpüyor, istediği bir şeyi elimde olmadan yapamayacak oluyorum, yüzünü bir çeviriyor ağlayasım geliyor, o derece bağlıyor bu çocuklar sizi kendilerine.


  Bekledikleri korku tüneline bindik sonunda. O kadar korkuyorlarmış ki titrediler yapıştılar kucağıma :D Diledikleri gibi eğlendik. Ben bilmezdim bir çocuğun yüzündeki gülümsemenin mutluluğunu. O mutluluğun insana verdiği huzuru. Yani sanki annesiymişim gibi, ablasıymışım gibi, onun canındanmışım gibi tuttular ellerimi. Ben konuşmadım, onlar anlattılar. Kübra bu hafta ailesinin yanına gideceğini anlattı, Sevnur okulunu ve öğretmenlerini anlattı.


 Oyunumuz bitti, yüzler düştü. Servise geri gittik. Kübra uyudu yan koltukta, Sevnur elimi bırakmadı iki koltuk arasında. Birden dönüp bana “gitme sen.” dedi. İnanılamaz bir duygu, inanamadığım bir duygu. “Geleceğim, yine geleceğim merak etme canım benim.”


 “Hep geleceğim diyorsunuz, hiç gelmiyorsunuz...”


 Gideceğim, hep yanlarına gideceğim. Sevgimi onlara vermek için değil içimdeki sevgiyi büyütmek için yanlarına gideceğim..


 Bütün hayatı doldur marka elçilerinin aynı düşünceler içerisinde olduğunu biliyorum ve bütün marka elçileri adına bize böyle bir fırsat verdiğiniz için, çocuklara böyle bir günü hediye ettiğiniz için ;


 Teşekkürler Hayatı Doldur… 

Hayata Gülen Yüzler Doldurduk!


 Mutlu çocukların sesleri ile yankılandı hafta sonumuz. ‘Hayatı Doldur’ felsefesi ile yol alan Marka Elçilerimizle, dopdolu bir gün geçirdik. Eyüp Çocuk Yuvasından 20 çocuğun hayatını doldurduk, tiyatroya gittik, yemek yedik, çocuk parkında hep beraber doyasıya eğlendik.

Çok yorulduk. Ama haftanın yoğun mesai saatlerinin yorgunluğunu; çocukların mutluluk dolan yüzleri, içi gülen gözleri ile unuttuk bile. Amacımız; hayatı doldurmak… Temel felsefemiz ‘Hayatı Doldur’ başlığının altında sayısız çalışmaya imza atmak… Böyle olunca, Marka Elçilerimizle bunu bir kez daha başardığımızı, çocukların hayatında bir mutluluk anı yarattığımızı bir kez daha görme şansına ulaştık.

Hayatı Doldur bu yolda yeni işbirliklerinin sonu ve sınırı olmayacak.

Desteklerinizle ulaşacağımız yeni başarılara, yaratacağımız yeni mutluluklara, hayatlara katacağımız daha nice değerlere…

25 Mart 2010 Perşembe

Kerteriz Noktamız: Uçsuz Bucaksız Deniz

Bireysel Etkinlik Kurslarımızdan, Yelken kursunu Denizcilik neden bir yaşam tarzıdır sorusuna verdiği cevapla yetinmeyip kurstan edindiği bilgilerle daha fazlasını bizimle paylaştı. Denize aşık bu hayatı deniz ve yelkenle dodurduk, o da bizi güzel yorumuyla denize davet ediyor...


Kerteriz Noktamız: Uçsuz Bucaksız Deniz
Yelkencilikten değil de, daha çok yelkenciliğin dâhil olduğu bir yaşam tarzından bahsetmek istiyorum. O belli başlı rutinimiz, kendine has hayat mücadelemiz, ara ara yabancılaştığımız düzenimiz var ya, işte bunlar arasındaki yaşama sevincimiz bizim o denizin tatlı-sert esintisinde kendi dünyamıza çekilmek. İplerin elinde olmasından haz duyan bir kalabalıktan kaçıp iskotaları elimizde aldığımız huzurlu bir kaçamak bizimkisi… Hayatta düzene sokamadığımız her şeyi roda ederiz biz orda. Farklı farklı tatlar alırız her denize açılışımızda. Orsanın verdiği hazın yerini dar apazdaki huzur alır, farkına bile varmazsın. Takım olarak yelken yapmak gibisi yok dersin, yalnız başına da bambaşka bir dünyaya yelken açabileceğini keşfettiğinde aşık olursun denizin büyüsüne. Denizden uzakta denizi özlemek bile bir tutkudur bizim için. Bazen biz kaçarız o kovalar, bazen de o kaçar biz kovalarız serseri bir sağnak peşine takılıp…
Kararsızlık, çekinme, arada kalıp ne yapacağını bilememe, ya da ani değişimlerden korkma gibi durumlar söz konusu değildir denizde. Korkularını geride bırakıp kontrolü ele almazsan, doğru yerde doğru manevrayı yapamaz, sonra da yersin paparayı tramoladan. Sebepsiz yere boşlayamazsın öyle mandarı, önce bir bak bakalım orsalıyor muyum kafayı mı açıyorum… Düşününce, aslında hepsi birer çağrışım tadında hayatımızdaki olaylardan. Her şey bir anlam kazanıyor denizde. Hasretle geldiğin deniz, ilgiyle trimini yaptığın yelkenler hayatının bir parçası olmaya başladığı an, bambaşka bir tutkunun esiri olabiliyorsun. Bundan sonra ne stres ne koşturmaca koyar sana. Ansızın kendini denizin ortasında hayal edip mırıldanırsın; şimdi şahane bir seyirde olup rüzgâr altında güneşin tadını çıkarmak vardı…

Nilay Akhan

9 Mart 2010 Salı

Hayatı Doldur Ailem...

Değerli marka elçimiz Ahmet Bayhan'ın Hayatı Doldur Günlüğünden ;) ;


    Eylül ayında gelen bir telefonla başladı her şey. Neydi, ne değildi hiç bir fikrim yoktu ama heyecanlanmam için yetmişti :) Toplantıya kadar kafamda bir şeyler şekillendirmeye çalışsam da pek işe yaramamıştı ki aslında bilmeyen birinin tahmin yürütmesinin kolay olmadığını ilk etkinliğimizde anladım. İlk toplantıda yeni katılmanın verdiği ruh haliyle herkesi meraklı gözlerle dinleyip, bir şey söyleyememenin verdiği ezikliği yaşadım :) herkes bir şeyler anlatıyordu bunlar oldu, şunlar oldu... Ama ben sadece bakıyordum çünkü ailenin son üyesiydim :) Aile büyüklerinin konuşmalarında yapılacak etkinliklerden bahsettiklerinde, yapılacak etkinlikleri başkanı olduğum Sosyal Sorumluluk Kulübüne entegre etmeyi düşünürken artık kulübün yaptığı etkinliklere ne yapsam ailemin reklamını yapsam derdindeyim, çünkü gerçekten diğer bireylerin düşündüğü gibi bende ekibimizi bir aile gibi görüyorum... Ailemizde bulunan herkes birilerinin Hayatlarını Doldurma düşüncesinde ve bu böyle devam ettikçe her geçen gün daha fazla insanla iletişime geçip daha fazla kişinin hayatını doldurmuş olacağız, bu anlamda yapılan kitap toplama kampanyası fikri gerçekten çok önemli ve yaratıcı olmuş. Bu fikri kim düşündüyse gerçekten çok teşekkür ediyorum... Bu fikir sayesinde tüm Manisa seferber oldu ve kitaplar toplamaya başladı :) Umarım yeni dönemde daha fazla ünivesitede yer alıp daha çok kişinin hayatını doldurur, ne kadar güçlü ve güzel bir sinerjiye sahip olduğumuzu ortaya koymaya devam ederiz. Umarım daha fazla beyin fırtınaları yapar daha da yaratıcı düşünceler ortaya atarız . Sanırım duygularımı ifade ederken çocukluk yaptım ama aileye yeni katıldığım için hoşgörülerinize sığınıyorum :)
    Yaşadığım bütün güzel yaşanmışlıklar adına bütün marka temsilcisi arkadaşlarıma ve ofiste bulunan aile büyüklerime çok teşekkür ederek yazımı bitiriyorum.
   
    Yeni günlerde yeni hayatlar doldurabilmek dileğiyle...
Celal Bayar Üniversitesi Marka Elçisi Ahmet BAYHAN...

7 Mart 2010 Pazar

Final Four Macerası

Dokuz Eyül Üniversitesi Marka Elçisi Mert Küçükyumuk'un gözünden Final Four macerası...

Güneşli bir gün, arkadaşlarla soğuk öğrenci evinde otururken bir telefon çalar, telefonun ucunda da benim uniclub'a girişimi sağlayan mülakatı yapan Beste, der ki; Berlin'e gidiyoruz.
Pek beklemediğim anda gelen ve anlamamın üç gün sürdüğü bir haber! Evet Final-Four'a gidecek olan şanslı Marka Elçisi bendim. Önce çok heyacanlandım, ardından internete girip hangi takımlar gidiyormuş, nasıl oluyormuş, daha önceki Final-Four'lar nasılmış, incelemeye başladım.
Ardından yazışmalar, evrakların toplanması ve vizenin gelmesinden sonra kendimi bir anda İstanbul uçağında buldum. Ve bir gün sonra Atatürk Havalanın'da Berlin yolunda :)) İlk başta kim geliyor, orada nasıl bir program olacak, maç dışında napacam, nasıl gezeceğim gibi kafamda bir sürü soru işareti vardı. İşlemlerden sonra uçağa binme kuyruğunda şöyle bir etrafıma bakındım, bekleyen insanları süzdüm önce  inanmada zorluk çektim ama gördüğüm kişiler şunlardı: Ergin Ataman, Tuncay Özilhan, Turgay Demirel, Efes Pilsen'in çeşitli seviyelerdeki üst düzey yöneticileri, ünlü gazeteciler, ünlü spor adamları şu an için aklıma gelenler. Bu kadroyla aynı uçaktaydım, o zaman anladım ki bu gezi benim için çok enterasan ve heyecan verici olacak.Daha önce yurt dışına çıkmıştım ama bu sefer ki farklı olacaktı ve oldu da. Berlin'e vardık,  güzel bir araçla otelimize gittik. O güne kadar kaldığım değil, gördüğüm en güzel otellerden biriydi. Uçakta benim gibi video sayesinde gelen bir arkadaşla hayran hayran etrafa bakıyorduk. Ama kaybedecek zamanımız yoktu ve bir an önce Berlin'i keşfetmemiz gerekiyordu. Maça gidene kadar ki zamanı hiç durmadan Berlin'i keşfetmek için harcadık.
Ardından o zamana kadar gördüğüm en güzel, en teknolojik ve en büyük Arena olan O2 World'e gittik, hiç sıra beklemeden VIP kısmındn salona  geçtik. Maçlar inanılmaz heyecanlaydı özellikle Panathinaikos- Olympiacos maçı hem seyirci açısından hemde maçtaki rekabet açısından herhangi takımın taraftarı olmama rağmen inanılmaz heyecan vericiydi.


2.gün serbest gündü, hiç kalkmadığım kadar erken bir saatte kalkıp , Berlin'i dolaşmaya başladık, Avrupa'nın en büyük alışveriş merkezini, Berlin'deki önemli meydanları, tarihi eserleri, müzeleri gezdim, ilginç yemekleri tattım, Türkler'in yaşadığı yerleri gördüm, bir çok insanla konuştum, onların hikayelerini dinledim, yaşadığım en dolu geçen günlerden biriydi. Ardından final günü geldi çattı. Maçlara gitmeden kalan az da olsa zamanımızı Berlin'in görmediğimiz taraflarını gezerek geçirdik ve final maçlara geçtik.Barcelona  Panathinaikos'u yenerek Avrupa 3.sü oldu, finalse inanılmaz bir çekişmeye sahne oldu. Panathinaikos-CSKA Moskova son saniyelere kadar birbirlerini kovaladılar, maç sonunda çok az bir farkla gülen taraf Panathinaikos oldu. Final maçı öncesi VIP tarafa gelen Barcelona oyuncularıyla çekildiğim fotoğraflar, çeşitli ünlülerle çekildiğim fotoğraflar, maçlar sırasında çektiğim fotoğraflar, videolar o günden kalan hatıralarım. Hala arada sırada fotoğraflara bakıp yaşadığım rüya gibi 4 günü tekrar yaşıyorum.




Bu imkanı bana sağlayan Efes Pilsen'e, Uniclub çalışanlarına ve video çalışmasında büyük emekleri olan juniorlarım Hakan ve Aylin'e çok teşekkür ederim. Ayrıca gezi boyunca çok eğlendiğim Beste ve  Ömer'e de şükranlarımı yolluyorum, unutamadığım bir anı olarak da bu işe başlamadan bana o gergin mülakatı Beste'nin yaptığını uçakta öğrenmiş olmamda bana ayrı bir heyecan kattı.



Bu sene de Paris'te görüşmek umuduyla...


9 Eylül Üniversitsi Marka Elçisi Mert Küçükyumuk

Teşekkür Ederim!

“Napıyorsun o bilgisayarın başında? Sana diyorum, evet ne yapıyorsun sabahtan akşama kadar? Kalk biraz yahu!”
Çok klişe bir giriş değil mi? İşte yazar okuyucuyla iletişim kuruyor dedirtiyor… Hiç gereği yok bence… Yoksa bu yazıyı, şu an yazarken aslında seni düşünmüyorum… Senin kaçırdıkların beni hiç mi hiç ilgilendirmez. Evine sirk de getirsek tembel insan hep tembeldir.  Yürü, şurada şu konser varmış da desek, bedava bilet de versek, maça da götürsek tembelsen, bitkisel hayata bu genç yaşta başlamışsan, yapacak bir şey yok artık senin için… Lafım sana değil yani…
Ben buradan sadece senin zıddın olan kişilere teşekkür etmek istiyorum.
Teşekkür ederim!
Kampüste “Tabu Turnuvası” yaptığımızda, “Tavla Turnuvası” yaptığımızda, turnuvaya katılan, bizlerle beraber eğlenen, yüksek sesle gülen herkese;
Türk Milli Futbol Takımımız için üniversite içerisinde kurduğumuz tribünde (!) Takımımızı televizyondan da olsa bizlerle birlikte destekleyen, gol olduğu zaman bağıran gol yediğimiz zaman üzülen ve bunu gizlemeyen herkese;
“Pankart Yarışması”na katılan, eğlenen arada yaramazlık yapıp arkadaşlarını da boyayan herkese;
“En Renkli Taraftar” olmak için kılıktan kılığa giren, karizma denilen şeyin sadece ciddi durarak elde edilemeyeceğinin farkına varan herkese;
Rock'n Dark, Efes Pilsen One Love Festival, Freshtival, Efes Blues Fest gibi festivallere bedava bilet kazanıp, parayla bilet alanlardan daha fazla eğlenen herkese;
Futsal, Basketbol ve Futbol Maçlarına Türkiye'nin dört bir yanından bizlerle gelip tek yürek olan, tezahüratlarına daha şehirlerarası otobüslerinden başlayan herkese;
Hep eğlence, spor, müzik olacak değil ya diyerek bizleri destekleyen, yaptığımız “Pazarlama Sohbetleri”ne, “Mini MBA”lere, “Fabrika Gezileri”ne dolu dolu gelen kariyerleri yönünde sorular soran  konuşan tartışan herkese;
Kişisel gelişiminize ve hobilerinize yönelik olarak Almanca Kursu, Yelken Kursu, Fotoğrafçılık Kursu, Aşçılık Kursu, Tiyatro ve Diksiyon Kursu gibi olanaklarımızdan yararlanan bizi bu kursları yapmaya teşvik eden herkese;
Kitapsız okul kalmasın diyerek, projemize destek olan, kitap getiren, toplayan, akrabalarına, komşularına kitap soran, rafları bizim kadar doldurmaya gönüllü herkese;
Benim burada kısacık başlıklar altında yazarak bahsedemediğim, aslında her başlık altında; onlarca aktiviteyle yanımızda olan, bize destek olan, “hani yeni bir şeyler yok mu?” diyerek bizi sıkıştıran :) sosyalleşen, hayatlarını dolduran herkese;
Ben Cihan Yüce Çukurova Üniversitesi Hayatı Doldur Marka Elçisi olarak koooooooooocaman bir TEŞEKKÜR EDERİM.

19 Şubat 2010 Cuma

Adalara Mama ve Sevgi Götürme

Marmara Üniversitesi Marka Elçimiz, Volkan Sarıkaya  yoğun duygular yaşadığı, Adalara Sevgi ve Mama Götürme  etkinliğine dair duygularını aktardığı günlüğünü bizimle paylaştı...

Siz hiç bir sokak kedisini sevip, okşanıdız mı ya da bir sokak köpeğini o masum gözlerinin içine baktınız mı ? Ben Denizli doğumluyum, Denizli’de sokaklara baktığımızda  görebileceğimiz kedi ve köpekler insalara o kadar yabaniler ki değil dokunmak, yanlarından geçtiğinizde dahi kaçarlar.

Herşey mailime gelen ve düşünmesi bile o soğuk günlerde içimi ısıtan,  24 Ocak’ta yapılacak Adalar’da ki sokak köpeklerinin ve kedilerinin soğuklardan korunması ve karınlarının doyurulması için yapacağımız yardım mailini gördüğümde başladı.

Günler yaklaştıkça çevremde ki arkadaşlarımın bu organizasyonumuza gelmeleri için ısrar ettim ve onların da bu yardım işinde bir nebze olsun katkıları bulmasını istedim.  23-24 Ocak hafta sonu gelen soğuk hava dalgası nedeni ile iptal olan vapur seferleri ve ulaşım sıkıntısı nedeni ile yardım etkinliğimizi yani sosyal sorumluluğumuzu bir hafta ertelemek zorunda kaldık. Biz sıcacık evlerimizde otururken o sırada ada sokaklarındaki kedi ve köpekler ise muhtemelen üşüdüler.

31 Ocak Pazar gününe ertelediğimiz Sosyal Sorumluluk Etkinliğimiz,  12.20 Kadıköy – Adalar Vapuru ile başladı. Hayatı Doldur Ailesi yine birbirine sıkı sıkı bağlanmış olduğu için aramıza yeni katılan arkadaşların bize ısınmaları hiç zaman almadı. Vapurumuzun Büyükada güzergahında uğradığı adaların iskelelerine yanaştığı anda bize gelen kedicik ve köpeklere Ufuk  bol bol mama bıraktı. Büyükada’ya ulaştığımızda bizi karşılayan ada sakinlerinden birkaç kişi ile adada ki kedi ve köpekler hakkında bilgi alarak kedi ve köpeklerin yoğun olduğu yerlere doğru yola çıktık.



İlk yardımımızı iskele önünde oturan ve bir hayli sıska kalmış bir köpeğe yaptık. Ona verdiğimiz mamayı müthiş bir iştah ile yemeye başladığında hislerimin yoğunluğu beni beklemediğim derecede şaşırttı. İlk kedi ile temasımız iskeleden biraz yürüyünce oldu. Kedi o kadar güzeldi ki, alıp eve götürme isteği bile doğdu bende. Kediye bir miktar mama verdik, o sırada yeni bir kedi daha çıka geldi. Yeni gelen kediye de mamasını verdiğimiz sırada yeni bir kedi daha geldi ve bir tane daha ve bir tane daha... Kediler çoğalmıştı ve mutluluktan çevremizde dönmeye başlamışardı, bu durumun şaşkınlığı ile çevremi unuttuğumu farkedip yürümeye başladığımda, ekibimizin bir kedi yuvasının çevresindeki kedileri beslediğini ve yuvaya mama koyduklarını gördüm. 

Bu sırada ada sakini olan bayan kedileri “pisi pisi” sesleri ile çağırıyordu. Küçüklüğümden beri "pisi pisi" sesinin uydurma olduğuna ve kedilerin bu sese gerçekten gelmediğine inandığımdan, "pisi pisi" sesine olan hızlarıyla gelen kedileri görünce bir kez daha şaşırdım. "Pisi pisi" sesini duyan her kedi, bir anda etrafımıza doluyor ve heyecan ile çevremizde dönmeye başlıyordu. Sokak kedilerine pek alışık olmayan ben, bu ilgiye fazla dayanamayıp kedileri bol bol sevmeye başladım. Kediler sokak kedisi olmasına karşın oldukça bakımlı ve güzellerdi.

Uzun süre ara sokaklarda "pisi pisi" diyerek  ve kedileri mamalar ile besleyerek dolaştık. Bir sokakta "pisi pisi" şeklinde seslenmemize rağmen koşar adım gelen köpeği görünce birkere daha şaşırdım,  hayvan sever insanların mama vermesine alışmış bazı köpeklerde "pisi pisi" seslerine geliyordu. Kedi ve köpek dostlarımıza gösterdiğim ilgi karşısında hissettiklerimi daha önce hissetmediğimi farkettim. Bu bir ev kedisi ya da ev köpeği karşısında hissettiklerim ile boy ölçüşemez hislerdi, onlara olan bu ilgisizlik bu hislerimi kat kat arttırdı...

Adada uzun bir zaman geçirip, sokak sokak, evsiz kedi ve köpekleri besleyerek sosyal sorumluluğumuzu yerine getirdik. Bu arada bir parkta martıları da beslemeyi unutmadık, ayağı kırılmış bir martı ile özel olarak ilgilendik. Sokak kedi ve köpekleri ile ilgilenen ada sakinlerine fazladan mama bıraktık ki, biz olmadığımızda bizim için ilgilensin dostlarımız ile. Elimizdeki  tüm mamalarımızı bitirdiğimizde, 65 Kg mama dağıttığımızın farkedip, hayvan dostlarımızın bir gün de olsa karınlarının doyduğunu ve hatta azda olsa ilgi gördüklerini düşünerek mutlu olduk.



Hayatı Doldur Ekibi bu etkinliği düzenleyerek sosyal sorumluluğunu yerine getirdi. Bize bu duyguları yaşattığı için Hayatı Doldur Gençlik Kulübü’ne teşekkür ederim ayrıca bu etkinlikte  yer alan herkese ayrı ayrı teşekkürler. Bundan sonra Adalar’a her yolum düştüğünde yanımda bir miktar mama götürüp dostlarımızın karınlarını doyuracağım. Çünkü onlara bir günlük yaptığımız ziyaret yeterli olmayacaktır.