14 Haziran 2010 Pazartesi

Celal Bayar Marka Elçimiz, İsmet Aslanbey Euroleague 2010 - Final Four'u Paris'te izleme fırsatını nasıl yakaladığnı ve neler hissettiğini günlüğümüzle paylaştı. 

  


‘Hayatı Doldur’… Çok iddialı gelmişti bu sözcük ve sorguladıkça, bir anda işin içine çekilmiş buldum kendimi. İlk Euroleague maçına gittiğimde de anlamaya başlamıştım. Zaman geçtikçe, alışkanlık olmaya başladı. Birçok proje duyuyordum. Altında hep aynı iki sözcük: ‘Hayatı Doldur’. Derken, ’Tribünün Sesi Yarışması’ başladı. Projeye katılmak, heyecan vermeye yetmişti. Nihayet büyük ödül açıklandı; kazanan Paris’e Euroleague-Final Four 2010’u tribünlerden izlemeye gidecekti. Durmadan çalışmaya, beste yapmaya başladık. Bu arada, hayatı dolduranların arasındaydım artık bende. Hayatı Doldur Junior Marka Elçisi olmuştum. Artık daha fazla video çekme gayreti içindeydim.

Oylama süreci başladığında, videolar yüklendikçe, zaman daraldıkça, ben de daralmaya başladım. Tarifsiz bir heyecanla geçen yarışma süresi nihayet dolduğunda, sonuçları beklemeye başladım. Ertesi gün vizelerim olmasına rağmen sınavlarımın stresini çoktan unutmuştum. Sadece bir telefon bekliyor ve keşke kazanan ben olsam diyordum. Nihayet beklediğim telefon geldi. Açtığımda ‘’Tebrikler‘’ diyordu bir ses. Her gördüğüm arkadaşıma, “Gidiyorum, Paris’e, Euroleague Final Four 2010’a gidiyorum” diyordum. Sıkı bir basketbolsever olarak Euroleague Final Four 2010’da hangi takımların olduğunu zaten biliyordum. Efes Pilsen Spor Kulübü’nün bu sene finalde olamaması da içimi burkuyordu. Takımımı delice orada destekleme bana çok daha büyük heyecan verirdi.


Artık hazırlıklarımız tamamlanmıştı. Bir an önce gelsin büyük gün diyordum. Ve o gün... İzmir’den yola çıkarak İstanbul’da Atatürk Havaalanı’na indim. Bu sırada benim gibi Paris heyecanı yaşayan diğer arkadaşımla tanıştım. Paris’te uçaktan indiğimde artık başka bir ülkedeydim. Otele yerleşir yerleşmez kendimizi dışarı attık. Her şey mükemmel düşünülmüştü. Özel olarak hazırlanmış bir ekip ile günler geçirmeye başladım. Boş zamanlarımız vardı ve Paris sokaklarında dolaşmaya başladık diğer arkadaşımla. Her şeyi keşfetmek istiyordum. Akşamına Bercy Arena’da Barcelona – CSKA Moscow maçı, gülen taraf ise Barcelona, Final Four’un ilk finalisti oluyordu. Barcelona seyircisi dev bir orkestra havası ile zaferi kutluyordu. Maçın arasında Hayatı Doldur Gençlik Kulübü, VIP’de bulunma fırsatını sunuyordu bize. Partizan – Olympiacos maçında ise Yunanistan ekibi adını bir üst tura taşıyordu.



8 Mayıs 2010 olduğunda otelin kapısında otobüs şehir turu için bizi bekliyordu. Kartpostallardaki Eiffel Kulesi artık karşımdaydı. Paris’in büyüsü sarmıştı ruhumuzu ve her taşın altına bakmak istiyordum. Şanzelize, Moulen Rouje, Lido, Republiq, Bastille şehirde gördüğüm en harika yerlerdi. Her binada tarihin kokusu vardı.

9 Mayıs 2010’da Final Maçı günü gelmişti ve otobüsümüz yine bizi otelimizden aldı. Derken yine Bercy Arena... Stadın önünde taraftarlar arasında ses bastırma yarışması vardı. Partizan susuyor, CSKA başlıyor, Barcelona’nın sesiyse herkesi susturuyordu. İlk maç Partizan-CSKA. Uzatmaya giden maçta gülen taraf CSKA oluyor, 3’üncülüğe yerleşiyordu. Partizan taraftarı ise takımına sahip çıkmaya, tam destek vermeye devam ediyordu ve büyük bir alkışı da hak ediyorlardı. Finaldeydi sıra… Barcelona – Olympiacos maçında tam kadro maçta olan Puyol, Pique,  Xavi, Messi… Barcelona kupanın sahibi oluyordu. Çılgınca kutlamalarını izlemek kalıyordu bize.

Ve son gün otelden erkenden ayrılmamız gerekiyordu. İzlanda’da patlayan yanardağ haberleri geldikçe, “Belki birkaç gün daha gidemeyiz” diyorduk. Bu rüyadan uyanmak istemiyordum. Ancak dönüp hayatı doldurmaya devam etmek gerekiyordu. Rüya gibi dört gün geçirmemi sağlayan, hayatıma güzel anılar dolduran Hayatı Doldur aileme, yanımda olan tüm dostlarıma çok teşekkür ediyorum. Yeni projelerde hayatları doldurmaya devam…
İSMET ASLANBEY
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ